1961 Anayasasıyla oluşan özgürlük ortamında örgütlü gençlik ve sınıfsal halk hareketleri artmaya başladı. Demokrasi tarihimizin ünlü ’68 kuşağı’, bu uyanış ve kalkışma döneminin adıdır. Demokrasi tarihinde halk hareketleri genellikle baskıcı, olağanüstü ara rejimlerle bastırılmıştır. 68 Kuşağının yürüyüşü de 12 Mart olağanüstü baskıcı, ara rejim yöntemiyle bastırılmıştır. Ara rejim yöntemleri arasında işkence, cezaevi, sürgün, idamlar  ve akla gelen her türden özgürlük kısıtlamaları mevcuttur…

Bu karanlık döneme ‘Ne ezen ne ezilen; insanca hakça bir düzen’ sloganı/çıkışıyla; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit 1973 yılında demokrasi, eşitlik, özgürlük vadeden ‘Akgünler’ hükümet programıyla karşı çıkmış; eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesine halkı da çağırarak, demokrasi yolunu açmıştır.

Eşitlik- Özgürlük- Demokrasi; insanlığın yüz yıllardır ulaşmaya çalıştığı tılsımlı bu üç kelime bir yaşam biçimidir; biri olmadan diğeri olmaz, olamaz.

Lozan ile topraklarımızdan kovduğumuz kapitalist/emperyalist güçler, yeni karanlık yöntemleriyle Türk gençlerini bir birine düşürerek, özgürlük ortamını doyasıya yaşamamızı ve geliştirerek yaşam biçimine dönüştürmemizi engelleyerek 12 Eylül faşist darbesiyle son noktayı koydular.

12 Eylül rejimi Türkiye’yi bu günlere taşıdı. 12 Eylül’ün öncesi ve sonrası ‘Örgütlü Fetö Aklı’nın ürünüdür. Ancak bu bir imamın mahareti değildir; Pentagon- CİA- Mossat /BOP’un ortak aklıdır. Afganistan’dan Suriye’ye kadar sınırımızda devlet bırakmayan BOP’un patronları, Türkiye’yi bu yöntemle hallediyorlar. Bu yöntemin adı ‘Örgütlü Fetö Aklı’dır.

Bu baskıcı dönem de ömrünü tüketmeye başladı. Demokratik yollardan ülkeyi yönetemeyen AKP iktidarı, baskıcı, hukuk dışı yollara başvuruyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması bardağı taşıran son damla oldu ve 19 Mart’ta Üniversite öğrencilerinin Hak, Hukuk, Adalet diyerek sokağa çıkmasıyla eşitlik, özgürlük, demokrasi isteyen halk hareketi başladı…

AKP devlet gücü ile oyunu %30’lar seviyesinde şimdilik tutuyor ancak böyle gidemez, örneği yok. Bu tip partiler lider partileri olduğu için lider gidince partisi de gidiyor. AKP lideri ülkeyi yönetemiyor, özellikle tek adam rejimi başladıktan sonra devletin tüm kurumları çözüldüğü gibi vatandaşlar da önünü göremiyor, geleceğe umutla bakamıyor. Bu öngöremezlik ve umutsuzluk AKP seçmeninde de başladı; kurucu kadrolarında eleştirel sesler yükseliyor.

Bu gün en önemli görev AKP’nin Türkiyeci, yurtsever seçmenine düşüyor; itiraz sesini artarak yükseltirlerse Türkiye bu badireyi daha çabuk, daha sarsıntısız atlatabilir. Ülke daha fazla ayrışmadan, komşuluk bağları kopmadan, komşunun çocuğu da benim çocuğum anlayışıyla sokakların sesini dinleyerek, içeriden seslerini daha fazla yükseltebilirlerse düzlüğe çabuk çıkarız. Benim düzenim iyi, her istediğime ulaşabiliyorum anlayışı, bizim kültürümüze de, inancımıza da uygun değildir. Bıçak kemiğe dayandı, itiraz etmeli; eşitlik, özgürlük, demokrasi talebimizi yükseltmeli yurttaşlık görevimizi yerine getirmeliyiz…

Ulusal Kurtuluş savaşı da anti emperyalist bir halk hareketidir. Dünya halk hareketleri tarihinde özel ayrı bir yeri vardır. Eşitlik-özgürlük-demokrasi talebi, anti emperyalist bir eylemdir. Ulusal bağımsızlık olamadan eşitlik-özgürlük-demokrasi olmaz. Önümüzde örnek alacağımız koca bir tarih var…

By admin